Kara Harekati
KARA HAREKÂTI
Çanakkale Kara Savaşları (Nisan-Aralık)
18 Mart yenilgisinin Londra ile Paris'te hayret arar, .çantası ve şaşkınlık yaratması normaldi. Ne var ki, bu yenilgi Çanakkale'yi geçme girişiminden kesin olarak vazgeçme anlamında alınmamıştı. Amiral de Robeck 18 Mart'ta başına gelenlerin hikayesini bir telgrafla Londra'ya bildirmiş, fakat tel yazısının sonunda da savaşa devam kararını şu satırlarla belirtmişti: "Batmış olan ve yaralı bulunan gemilerin dışında kalan gemilerle donanma savaşa derhal girmeye hazırdır. Fakat bunun için saldırı planını almak ve yüzen torpillerin hakkından gelmek olanağını bulmak gerekir"471. Başvekil, Savaş Komitesi, Deniz Bakanlığı, Amirallik, Savaş Komisyonu üyeleri de sonuna kadar savaşmak düşüncesindeydiler. Fransız Deniz Bakanı da aynı düşüncede olduğunu bildirmişti. 18 Mart deniz savaşında uğranılan kayıpların kendisinden gizli tutulmadığından, İngiliz kamuoyu da Boğaz saldırılarına devam edilmesinden yanaydı. Bu doğrultuda çalışmalarda bulunması için Amiral de Robeck'e gerekli talimat verildi.
Amiral de Robeck yukarıda işaret edilen telgrafında Çanakkale Boğazı'nı geçmek için donanmanın yeni bir saldırıya hazır olduğunu bildirirken kara kuvvetleri tarafından desteklenmesinden söz açmamıştı. Bu kuvvetlerin Çanakkale önüne kadar gelebilmiş olanlarca destekleneceğini doğal sayıyordu. Ne var ki günler geçtikçe Amiralin kara kuvvetleriyle işbirliği hakkındaki düşüncesinde de bir değişiklik meydana geldi. Artık kara kuvvetlerinin (çıkartma ordusu) bir bölümünce değil, tümü tarafından desteklenme gerekli görüyordu. Kara kuvvetleriyse henüz böyle bir destekleme için hazır değildi. Kuvvet Komutanı lan Hamilton ve kurmay heyeti, 17 Mart'ta Çanakkale'ye gelmiş ve 18 Mart trajedisinin seyircisi olmuştu. Bu sırada İngiltere' den Çanakkale doğrultusunda yola çıkan askerler 22 gemiye dağılmış bulunuyordu. Derhal bir çıkartma düşünülerek gemilere bindirilmemişlerdi. Kaldı ki çoğu bir askeri eğitimden de geçmek zorundaydı. Çıkartma kuvvetlerinin araç-gereç ve silahlarıda diğer gemilere sistemsiz bir biçimde yükletilmişti. Bütün bunlardan başka kara kuvveti ile donanma arasında ortak savaş hareketleri sırasında yapılacak işbölümü esasları ve ayrıntıları henüz saptanamamıştı. Bu durumda Hamilton'un kurmay heyetinin verdiği karar şu oldu: "Bir saldırının geç yapılmasından doğacak olan tehlikeler ne olursa olsun, bu saldırının acele ve hazırlıksız olarak yapılmasından meydana gelecek tehlikelerden yine de hafiftir". 22 Mart'ta Hamilton'la de Robeck arasında kurmay heyetlerinin üyelerinin de bulunduğu bir konferansta şu iki Önemli karara varıldı: Birinci karar, deniz saldırısı yerine kara ordusunun genel saldırısı ile Çanakkale sorununu çözmek, ikinci karar, bu ordunun gelmiş olan ve gelmekte bulunan kuvvetlerini iskenderiye'ye göndermek, orada bir çıkartma gücü olarak hazırlamak ve eğitmek. Bu esnada Yüksek Genelkurmay da bir kısım birliklerin desteklemesi ile donanmanın Çanakkale Boğazı'nı geçmek üzere ikinci bir girişim yapmasına karşı çıkmıştı. Bütün bu olayların etkisiyle donanma ile kara ordusunun Çanakkale' ye karşı savaşta görevleri değişik bir biçim almıştı. Donanmanın Boğazı geçmek için yapacağı ikinci bir denemesinin ordu tarafından desteklenmesine karşılık, ordunun Gelibolu Yarımadası'na yapacağı bir çıkartma hareketinin donanma tarafından desteklenmesi daha uygun görülmüştü. Bu nedenledir ki, 18 Mart saldırısı bir daha tekrarlanmayarak tarihte teksel bir olay olarak kalacaktır. Gelibolu'ya kara kuvvetleri çıkarılması için de 14 Nisan tarihi kabul edilmişti.
İzmir Bombardımanı
izmir bombardımanı Gelibolu çıkartması ile yakından ilgili olmamakla beraber onunla bağlantılı bazı yönleri vardır. Bombardımanın genel nedenleri arasında Doğu Akdeniz'de Uzlaşma Devletleri donanma ve taşıtlarının güvenliğini sağlamak gelir. İzmir Limanı bu bölgedeki hareketleri gözetebilecek bir mevkide idi. Akdeniz'e gelebilecek Alman denizaltıları için de ideal bir yuvalanma merkezi olabilirdi. İzmir İstanbul'dan sonra Türkiye'nin en büyük kentiydi. Ticaret bakımından önemi ondan da fazlaydı. Çanakkale deniz savaşının sarpa sardığı sırada Türklerin dikkatini İzmir'e çevirmek ve oradaki kuvvetlerinden bir kısmını çekmelerini sağlamak için de bombardıman gerekli görülmüştü. 22 Mart'ta Çanakkale'nin deniz kuvvetleriyle zorlanmasından vazgeçilerek Gelibolu'ya çıkartma için karar verilmesi üzerine de bu çıkartmayı gizlemek ve Türkleri Gelibolu'dan uzak yerde oyalamak gereği de İzmir bombardımanının önemini arttırmıştı.
İngiliz Amirallik Dairesi, 2 Mart'ta Suriye kıyılarını gözetlemek görevini Euryalus sancak gemisinde bulunan Amiral Piers'e verdi. Kendisine Çanakkale önlerindeki İngiliz savaş gemilerinden katılacak iki gemi ile İzmir Limanı'nı denizaltılarına yuva olabilecek nitelikten yoksun edecek surette bombardıman edilip tahrip etmesini emretti. Şu noktaya parmak basmak gerekirki, bombardıman amacı İzmir'i işgal etmek olmayıp, zararsız duruma getirmekten ibaretti.
Bombardıman 5 Mart'ta başlayıp 9 Mart'a kadar sürdü. İlk günlerde zırhlıların uzun menzilli ateşlerine İzmir kaleleri top menzilleri kısa olduğu için karşı ateş açamadılar. Bu arada düşman torpil tarama gemileri torpil tarlalarının ayıklanmasına gayret ettilersede kıyı bataryaları buna olanak bırakmadılar. Kalelerin susturulduğunu sanan İngiliz Amirali, İzmir Valisi ile bir anlaşmaya varmak için görüşmelere girişti. Amerikan Konso-losu'nun aracılığı ile yapılan görüşmelerde İngilizler, İstanbul'un yakında düşüneceğini, boş yere kan dökülmesine meydan vermemek için de İzmir'deki askeri tesislerin tamamen tahribi, deniz taşıt araçlarının da kendilerine teslim edilmesini istediler. İzmir Valisi Rahmi Bey istekleri geri çevirince, görüşmeler için kabul edilmiş olan silah bırakışması da 13 Mart'ta son buldu. İngiliz Amirali torpil tarlaları temizlenmedikçe İzmir Limanı'na girip kenti teslim olmaya zorlayamayacağım anlamıştı. Çanakkale seferi de başlamak üzere olduğu için Amiral, bombardımana devam etmekte bir fayda görmeyerek yüzgeri dönmeye mecbur kaldı. Bundan sonra Mart ayının sonlarına doğru yapılan bombardımandan da bir sonuç çıkmadı.
Kazanmaktan Yana Çabalar
Gelibolu'ya çıkarma kararından sonra İngilte’re ile Fransa, İstanbul sorunu nedeniyle sarsıntı geçiren Rus dostluğunu kuvvetlendirmeye giriştiler. Ayrıca Yunanistan ve İtalya'yı kendi saflarında savaşa sokmak için harcamakta bulundukları gayreti artırdılar.
Rus İstekleri
Boğazlar ile İstanbul üzerinde tarihsel ve siyasal Rus istekleri Çanakkale deniz savaşı sırasında bunalımlı bir aşamaya girmişti. Savaşın başarı ile sonuçlanacağı sanıldığı için Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması için de zaman gelip çatmış demekti. 14 Mart'ta bir Rus gazetesi "İstanbul ve Boğazlar" başlığı altında bu yerlerin Rus olması gereğinden söz ettikten sonra, Fransa da Boğazların tarafsızlığı ile ilgili yayınlardan şikayet etmekteydi. Fransa'nın Rus isteklerini karşılıksız onaylaması söz konusu olamazdı. Paris Hükümeti, İstanbul'a ilişkin Rus isteklerinin tanınmasına karşılık Sen Petersburg Hükümeti'nden Fransız isteklerinin kabul edilmesini istemişti. İstek, İskenderun Körfezi bölgesi ile birlikte Suriye'nin ve Toros Dağlarına kadar Adana bölgesinin Fransız İmparatorluğu sınırları içinde tanınmasından ibaretti. İki tarafın birbirlerinin isteklerini kabul etmesiyle aralarındaki dostluğa gölge düşmesi önlenmiş olacaktı. Rus istekleri daha önce İngiliz Hükümeti'nce de dudak arası bir muvaffakat biçiminde onaylanmıştı. 23 Mart'tan sonra da Fransa ile İngiltere arasında da Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya'daki topraklarının bölüşülmesi için görüşmelere Londra'da başlanmıştı.
Yunanistan ile Anlaşma Deneyimi
Anlaşmacı devletler, Çanakkale çıkartması arifesinde Yunanistan'ı kendi taraflarına çekmeyi bir kez daha denediler. Yunanistan hem Akdeniz memleketi hem de Balkan memleketiydi. Kendisinden Türklere karşı Adalar Denizi'nden yapılacak hareketlerde yararlanılabilineceği gibi Avusturya'ya karşı, Sırbistan'a yardım olanağı sağlamak konusunda da yararlanmak olasıydı. Bundan başka hâlâ yansızlıklarını korumakta olan Bulgaristan ile Romanya' nın da savaşa dost olarak girmeleri için hırslarını kabartabilirdi.
Yunanistan, sömürgeleri yönünden birer Akdeniz memleketi olan Fransa ve İngiltere ile Türklere karşı anlaşmaya eğilimli idi. Büyük ülküsü, Doğu Trakya ve Batı Anadolu'da yayılmaktı, İngiliz ve Fransız yardımı olmadan bu ülkü doğrultusunda genişlemesi olanaksızdı. Ne var ki, böyle bir genişleme Balkan devletlerinin, özellikle Bulgaristan'ın çıkarları ile çelişmekteydi. Bulgaristan'a Batı Trakya'da bir tavizat sağlanmadıkça, Yunanistan'ın genişleme siyaseti çizmesi ve izlemesi hiç de kolay değildi.
Böyle olduğu halde uzlaşmacı devletlerin Çanakkale deniz savaşları sırasında Yunanistan'ın ayranı kabarmıştı. Venizelos, Türklerin bütün varlıkları ile İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı giriştiği savaşta Yunanistan'ın seyirci durumunda kalmasını anlamsız buluyordu. Kararsız bulunan devlet adamlarını savaş yanlısı yapmak için uydurduğu propaganda tezi şu idi.
"Türkler Trakya'da kendilerine bırakılmış olan topraklarda ve Anadolu'da yaşamakta olan Rumları yok etmeye eğilimli görünüyorlar". Yunan kamuoyu ve ordu Venizelos'tan yanaydı. Hatta Yunan Genelkurmayı bir aralık Gelibolu Yarımadası'na baskın ile bir çıkartma yapma düşüncesine bile kapıldı. Uzlaşma Devletleri, savaşa girmesi halinde Yunanistan'a Batı Anadolu'da geniş topraklar vaad ettiler. Bulgaristan yönünden emin olmak içinde ona Vardar bölgesinde yayılabilmesi için Sırbistan'ın fedakarlık yapması sağlanacak, Yunanistan da Kavala'yı Bulgarlara bırakmakla karşı fedakarlıkta bulunacaktı. Buna karşılık da Türkiye'deki Rumlar kurtulmuş olacaktı. Venizelos, Krala bu önerileri kabul ettirmeye çalıştı. O, Türkiye’den elde edilecek toprakları 125.000 kilometre kare olarak hesaplıyordu. Bu topraklar Güney Anadolu'da Fenike'den başlayan, kuzeyde de Afyon Karahisar ve Kütahya'dan geçip Marmara'ya veya hiç olmazsa Edremit Körfezi'ne ulaşan bir hattın batısında kalan topraklardı. Venizelos'un bu kazancın sağlanması için Balkan Devletleri nezdindeki girişimi olumlu bir sonuç vermedi. Romanya kendi geleceği için kuşkulu olduğundan tarafsızlıktan ayrılmayı uygun görmedi. Bulgaristan kendisine Makedonya verilmedikçe herhangi bir anlaşmaya yanaşamayacağını hatırlattı.
3 Mart'ta İngilizlerin İzmir'i bombardıman etmeye başlama¬ları Yunanistan'ı savaşa girmek için kamçılayan önemli bir olaydı. Haçlı zihniyeti bu kez kabardıkça kabardı: İstanbul üzerine yürüneceğine artık kuşku yoktu. İstanbul deyince de akla Aya-sofya geliyordu. Hıristiyan devletler ailesi, Bulgaristan, Yunanis¬tan, Romanya, Rusya, Fransa, İngiltere, Ayasofya'yı kurtarmak için birlikte yürümeliydiler479. Fakat din ve mezheplerin ulusal çıkarların üstünde yer almış olduğu devirler geçmişti. Rusya, Yu¬nan bayrağının İstanbul'da görünmesini istemiyordu. Yunanis¬tan'ın Uzlaşma Devletleri'nin safında yer almasına karşı direndi.
Türklerin 18 Mart Çanakkale zaferi, Yunanistan'da da sersemletici bir hava yarattı. Büyük ülkü balonu bir daha patladı. Venizelos şöhretinden kaybetti. Savaşa girmemekte direndiği için Krala hayır dualar edildi. Venizelos Çanakkale bozgunundan meydana gelen kötümser havayı hafifletmek için "İngilizlerin katıldıkları bütün savaşlarda böyle olur. Genellikle muharebeleri kaybederler. Fakat sonunda harbi kazanırlar" dediyse de bu esprisi başvekillikten çekilmesini önleyemedi.
Zaimis başkanlığında kurulan yeni hükümet uzlaşma devletlerine karşı oyalayıcı bir siyasa izledi. Hükümeti savaşa girmek için önerilerini şu noktalarda toplamaktaydı: Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması amacıyla savaşa girmeye hazırdı. Ancak bunun için karada ve adalardaki topraklarının bütünlügünün sağlanması, Batı Anadolu'dan yukarıda sözü geçen Fenike ile Edremit hattının batısında kalan toprakların ve ayrıca 12 Ada'nın kendisine vaad edilmesi, İstanbul'un özerk bir yönetime kavuşturulması veya başka bir devletin egemenliğine verilmesi halinde oradaki Rumların dinsel ve kültürel imtiyazlarının devamının temini kabul edilmelidir.
Uzlaşma devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması konusunda henüz kesin bir karara varmamışlardı. Bundan başka, bir yandan Bulgaristan'ın, öte yandan da İtalya'nın savaşa girmeleri için görüşmeler yapmaktaydılar. Yunan isteklerini kabul etmeleri halinde görüşmelerde hareket serbestliğini kaybetmiş olacaklardı. Kaldıki bu sıralarda Yunanistan'ın istekleri kabul edilse bile savaşa girmesini olanaksız yapan bir olay meydana gelmiş bulunuyordu. Alman İmparatoru II. Giyom (Wilhelm) Yunanistan Sarayı'na gönderdiği bir telgrafta Krakovi önünde Ruslara karşı kesin bir zafer kazandığını, 700.000 Rus erinin esir düştüğünü belirttikten sonra "Bana el kaldıracak olanların vay haline" demekteydi. Bu suretle uzlaşma devletleri 25 Nisan'da imzaladıkları bir antlaşma ile Yunanistan olmaksızın sadece İtalyanları yedeğe alarak Gelibolu çıkarmasına girişeceklerdi.
İtalya ile Anlaşma
Yunanistan'ı savaşa sürüklemeye muvaffak olamayan İngiltere ve Fransa, İtalya’yı kazanmak için çalışmalarını artırdılar. Savaş başlangıcında İtalya tarafsızlığını duyurmuştu (2 Ağustos 1914). Gerçi İtalya'nın Almanya ve Avusturya ile bir dostluk antlaşması vardı. Fakat bunun koşulları savaşa girmesini gerektirmiyordu. Kaldı ki kamuoyu da savaşa girilmesinden yana değildi. Her şeyden Önce İtalyan ordusu henüz büyük bir savaşa girecek durumda bulunmuyordu. Trablusgarp Savaşı'nda güçsüzlüğü anlaşılmıştı. Uzun sürecek bir savaş için yoksun bulunduğu savaş araç ve gereçlerini sağlayacak savaş endüstrisi de İtalya'da gelişmemişti. Bütün bunlardan başka İtalya, Akdeniz'de Fransa ve İngiltere'ye karşı savaşmakla bir kazanç sağlamak ümidini de beslemiyordu.
İtalya'nın ulusal birliğinin tamamlanması, güvenliğinin sağlanması, sömürge imparatorluğunun genişlemesi, Antlaşma Devletlerinden çok Uzlaşma Devletleri safında bulunmasını gerektirmekteydi, italyan çoğunluğunun oturduğu Adriyatik üzerindeki Trento ve Triesete bölgesi Avusturya - Macaristan İmparatorluğu'nun hakimiyeti altında bulunuyordu, İtalya, çizmesinin güvenliği için Istry, Fiume ve Dalmaçyayı'da jeolojik, coğrafya ve tarihsel nedenlere dayanarak istiyordu. Balkanlarda da Avusturya'nın yayılmasına karşıttı. Emperyalist emellerinin yayılma alanı Doğu Akdeniz'di. Oniki Ada üzerinde ve Güney Anadolu'da egemenliğinin ve nüfuzunun tanınmasını istiyordu. Üçlü Antlaşma Devletleri'nin yenilmesi ve Afrika'daki Alman sömürgelerinin paylaşılması halinde kendisine düşecek hisse karşılığında Trablusgarp ve Somali yönünden imparatorluğun şuurlarını genişletmek olanağı vardı.
Bu istekler Üçlü Uzlaşma Devletlerini, özellikle Rusya'yı kuşkulandırmıyor değildi. Fakat ortada henüz alınmış, yenilmiş bir şey yoktu. Kaldı ki istenen toprakların hiçbirisi doğrudan doğruya kendisinde değildi. Bu nedenledir ki, Londra'da başlayan görüşmeler, hararetli pazarlıklardan sonra Fiume dışında kalan İtalyan isteklerinin genellikle kabul edilmesiyle ve Londra Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlandı.
Londra Antlaşması
Londra Antlaşması 25 Nisan 1915'te, yani Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin Gelibolu ya çıkarıldığı gün imzalandı. Bu antlaşmanın Osmanlı imparatorluğu ile ilgili hükümleri şu suretle özetlenebilir:
''Trablusgarp üzerinde Padişah'ın sahip olmaya devam ettiği hak ve imtiyazlar İtalyanlara geçecek, 12 Ada üzerinde de İtalyanların egemenliği tanınacaktır (Madde 8,10).
Üçlü Antlaşma Devletleri, İtalya'nın Akdeniz'in siyasal dengesi ile ilgili olduğunu onaylarlar. Türkiye'nin Asya'daki topraklarının paylaşılması halinde İtalyanların Antalya iline yakın olan Akdeniz bölgesinden hakkınca bir pay almasını genel olarak kabul ederler.
Bu savaş sırasında uzlaşma devletleri yukarıda söz konusu toprakları işgal ederlerse yine yukarıda sözü geçen İtalyan hissesi ayrılacak ve İtalyanların buraya yerleşme hakkı olacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğü devam ettiği ve bu topraklar üzerinde büyük devletlerin çıkar bölgelerinde değişiklik yapıldığı takdirde, italyan çıkarları da göz önünde tutulacaktır."
italya Londra Antlaşması ile kendisine tanınan hakları çantada keklik bilerek 20 Ağustos'ta Osmanlı Devleti'ne savaş açacaktır.
Ermeni Ayaklanması
Uzlaşma Devletlerinin Gelibolu Yarımadasına çıkarma yapacakları günlerde, Doğu Anadolu da Ermenilerin ayaklanması acaba ne anlam taşır? Bu bir rastlantı mıdır? Yoksa İngiltere'nin ve Rusya'nın ustaca bir tertibi mi... Bilindiği gibi, Ermeni sorunu "Şark Meselesi'nin bir bölümüdür. Çeşitli aşamaları vardır. Birinci Dünya Savaşı'nda bu sorun yeni bir karakter kazanmıştır. Ermeniler için Osmanlı egemenliğinden kurtulma anlamını taşır. Üçlü Uzlaşma Devletleri için Ermenileri kullanarak bir savaş yaratmak ve Türkleri arkadan vurmaktan başka bir anlam taşımaz. Türklere göre ise Ermeni ayaklanmaları, devletin varlığını tehlikeye düşüren, bastırılması bir nefis savunması zorunluğu yaratan niteliktedir.
Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Rus Çarı Rus Er-menilerine hitaplı bir bildiri yayınlamıştı. Bu bildiride harekete geçme zamanının gelmiş olduğunu işaret eden Çar, şöyle demekteydi: "Geleneksel bağlılıklar bu önemli günlerde de üzerinize düşen görevi yerine getireceğinizin garantisidir". Bu sırada Ermeni İhtilal Komiteleri de savaş amaçlarını açığa vuruyorlardı. Taşnakitsyun Komitesi, Rus Ermenilerinin Osmanlı Ermenileri için savaşacağını açıklıyordu483. Hınçak Komitesi'nin Paris Merkezi, Osmanlı Ermenileri ile ilgili karar suretini "Yaşasın Ermenistan" diye bitiriyordu.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermeni komiteleri liderleri ise ittihat ve Terakki Hükümeti'nin savaşta işbirliği yapmak konusundaki önerisini açıkça reddediyorlardı. Komitelerin denetimi altında bulunan Osmanlı Ermenileri, isteseler de istemeseler de devlete karşı ayaklanmak durumundaydılar. Ermeni komiteleri yurdun çeşitli bölgelerinde ufak çapta çete olayları düzenlemekle işe başladılar. Büyük ve sistemli hareketler için ise İngiltere ve Rusya'nın emrini beklemekteydiler. Nisan ortalarında (1915) Gelibolu'ya asker çıkartılmasından on gün önce bu emir verildi.
Nisan'ın 15'inde Van'da, ayrıca 17'sinde Sason'da, 18'inde Bitlis'te Ermeniler ayaklandılar. Sason'da memur ve jandarmalar Öldürüldü. 20 Nisan günü Van'ın içinde büyük Ermeni ayaklanması başladı. Ermeniler karakollara ve Türk evlerine saldırdılar. Banka ve Düyun-i Umumiyye Dairesi, Postahane gibi binaları yaktılar.
Ayaklanma bastırılamadı. Rusların Ermenilerle bağıntı kurup beraber hareket etmeleri, Gelibolu'ya çıkartma yapılması, Türklerin durumunu çok güçleştirmiş bulunuyordu. Uzlaşmacı devletlerin de zaten Ermenilerden beklediği bu idi. 16/17 Nisan gecesi Van Rusların eline geçti. Van bundan sonra birkaç kez Türklerle Ermeniler ve onları destekleyen Ruslar arasında el değiştirdi.
Ermeni ayaklanmalarının yurdun güvenliğini tehlikeye düşüren bir düzeye yükselmesi karşısında hükümetçe tedbir alınması gerekti. Mayıs sonlarında Dahiliye Nezareti'nin önerisi üzerine çıkarılan bir kararname ile savaş bölgeleri dolaylarında oturan Ermenilerin düşman ile işbirliği yaparak Türk ordusuna karşı koymalarını, halka saldırıp cinayetler işleyip yağmalar yapmalarını önlemek amacıyla bir kısım Ermenilerin savaş yerlerinden uzaklaştırılması uygun görülmüştü. Bu suretle Van, Bitlis ve Erzurum vilayetleri ile Güneydoğu Anadolu vilayetleri ve sancak merkezlerinin dışında kalan bölgelerden ve özellikle köylerden alınan Ermeniler, Halep ve Suriye vilayetlerinin bazı bölgelerine zorunlu göçe tabi tutulmuşlardı486. Sözü geçen kararnamede köy ve kasabalardan göçtürülen Ermenilerin mal ve can güvenliklerinin sağlanması, yolculuklarının kolay geçmesi ve gönderildikleri yerlerde yerleştirilmelerine itina gösterilmesi de önemle belirtilmişti487. Şurası da işaret edilmelidir ki, zorunlu göç bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Tercan, Eğin, Samsun, Adana'daki Ermeniler zorunlu göç dışında tutulmuşlardı. İstanbul'da ise 77.835 Ermeni'den ancak 235'i ayaklanma nedeniyle tutuklanmıştır, İzmir'e gelince 20.000 Ermeni'den sürgüne gönderilen olmamıştır.
Zorunlu göç nedeniyle bazı bölgelerde Ermenilerin silahlı direnmesi yüzünden olaylar çıkmış, yollarda asayişsizlik ve hastalık sebebiyle kayıplar olmuştur. Fakat Talat Paşa'nın da dediği gibi, bu söylentilerde son derece abartmalar olmuştur. Türkleri az tanıyan batı kamuoyu, onlara karşı kışkırtılmak istenmiştir. Sürgün olayına soykırım görüntüsü verilmiştir. Yayınlarda bu iddialara yer vermek suretiyle dünya gürültüye boğulmuştur.
Rum ve Ermenilerin yayınları yanında İngiliz propaganda servisi tarafından yapılmış olan yayınlar özellikle dikkat çekicidir. Bunlar arasında en önemlisi 1916 yılında Osmanlı Imparatorluğu'nda, 1915-16 yıllarında Ermenilere yapılan muamele üzerinedir. Bu yapıtın ilk kez 1916 yılında basılmış olması manalıdır. Bir yıl önce anlaşma devletleri kara ordularının Gelibolu Yarımadası üzerinden İstanbul'a yürümeleri girişimi bozgunla sonuçlanmıştı. Daha sonra bir İngiliz ordusu Kutul Amara'da esir edilmişti. Bütün bunlardan önemli olan Alman denizaltılarıyla İngiltere'yi abluka altına alma işlemi başlamıştı. İngiltere için Amerika'yı savaşa sokmak bir hayat sorunu olmuştu. Amerikan kamuoyunu bu doğrultuda etkilemek için Amerikan idealizmini araç gibi kullanmak gerekiyordu. İngiltere bu bakımdan Ermeni soykırımı efsanesini uydurup propagandası için maharetle kullanmıştır. İngiliz propagandasının olmamışı olmuş gibi gösteren veyahut olayları bire on ölçüsünde şişirip yayan mahareti, harp sonrasında ve özellikle ikinci Dünya Savaşı arifesinde açıklanmıştır489. Ne var ki, savaş sırasında insanların çok duygulu olmaları dolayısıyla bu propaganda, etkisini yapmıştı, izlerini silmekse kolay olmayacaktır.
Türklerin Savunma Hazırlıkları
18 Mart Zaferi Türk kamuoyunun moralini yükseltmişti. Ne var ki gelecek için kuşku, sürüp gitmekteydi. Bir atalarsözü "Türk gibi başlamak, İngiliz gibi bitirmek" demektedir. Türk Genelkurmayı'nda İngilizlerin Çanakkale üzerinde yeni bir girişimde bulunacakları düşüncesi egemendi. Ordunun haber alma servislerine gelen bilgiler de bu düşünceyi kuvvetlendirmekteydi. Atina'dan gelen haberler İngiliz subaylarının Yunanlılardan peşin para ile mavuna, salapurya ve iskele yapmaya elverişli araçlar satın almakta olduğunu anlatıyordu. Mısır'da ve Kahire'de de önemli sayıda İngiliz kuvvetlerinin devamlı olarak talim gördükleri, 18 Mart'tan sonra da Midilli ve İmroz'da yığınaklar yapıldığı öğrenilmişti. Başkent'te Çanakkale'ye bir çıkartma yapılacağı ve bu kez İstanbul üzerine karadan yürüneceği kesinlikle ön görülüyordu. Dolayısıyla Çanakkale'yi savunmak için yeni tedbirlere başvuruldu.
Bu tedbirlerden ilki Çanakkale'yi savunmakla görevli V. Ordu'nun kurulmasıydı. 18 Mart zaferinden bir hafta sonra, bu ordunun komutanlığına atanan Liman Paşa (Liman von Sandres) 25 Mart akşamı İstanbul'dan hareketle 26 Mart sabahı Gelibolu'daki karargahına gelip, ordunun komutasını eline aldı. V. Ordu bu sırada iki kolorduyu kapsamaktaydı. Bunlar 3. ve 2. Kolordulardı (sonradan bunlara 15. Kolordu eklenmiştir). 3. Kolordu 7, 9 ve 19 sayılı tümenlerden; 2 Kolordu 4. ve 5. tümenlerden, sonradan kurulduğu işaret edilen 15. Kolordu ise 3 ve 11. tümenlerden kurulmuştu. (Bir tümen 9-12 tabur, bir tabur ise 800 ile 1000 kişiyi kapsamaktadır).
Kuvvetlerin Dağılımı
Liman Paşa'nın bu kuvvetleri elverişli bir surette kullanması için herşeyden önce düşmanın çıkarma yapabileceği yeri veya yerleri gidermesi gerekiyordu. Teknik bakımdan Boğazın iki tarafındaki kıyılara çıkartma yapılması olanaksız değildi. Fakat önemli olan düşmanın netice almak üzere büyük kuvvetler çıkarabileceği bölgeyi bulmaktı. Bu konuda Liman Paşa duraksamalar geçirdi. Boğazın iki yanına çıkartma yapma olanağı vardı. Sahillerin uzunluğu çıkartmada güçlü donanmanın oynayacağı rol açısından dikkatin bir tek noktaya toplanmasını engelliyordu. Sonunda şu bölgeleri, çıkartmayı mümkün gördüğü bölgeler olarak saptadı:
1. Anadolu tarafında Bandırmamdan Kumla'ya kadar olan bölge.
2. Gelibolu Yarımadası'nın batı kıyılarında Boğaza giriş yerinden, Saroz Körfezi'ne kadar olan bölge.
3. Saroz Körfezi'nde özellikle Bolayır berzahı bölgesi.
Savunma kuvvetlerinin yerleştirilmesi bu esasa göre yapıldı. Çıkartmadan bir gün gün önce durum şöyle idi: Birinci Bölge, Albay Neber'in komutasında 15. Kolordu tarafından savunulacaktı, ikinci ve Üçüncü Bölgelerin savunulması ile Esat Paşa görevlendirilmişti. Düşmanın çıkartma yapacağı umulan bu geniş bölgenin savunma alt kademeleri de şöyleydi:
1. Yarımada kıyılarının savunması Sami Bey komutasında 9. Tümen tarafından yapılacaktı. Tümenin büyük kuvvetleri Maydos'taydı.
2. Bolayır berzahı ile Saros Körfezi savunmasına 5. Tümen memur edilmişti. Tümenin büyük kuvvetleri Kavak'ta bulunuyordu. Gelibolu'da Remzi Bey'in komutasındaki 7. Tümen, 5. Tümeni desteklemekle görevlendirilmişti.
3. Boğazın Avrupa yakasındaki tüm kuvvetler, yedeği olmak üzere Mustafa Kemal komutasında 19. Tümene ayrılmıştı. Bu tümen Maydos'un kuzeybatısında mevzilenmişti.
Savunma Tertipleri
Çıkartma bölgesinin saptanmasındaki kararsızlık, ordu komutanlığım tümenlerini dağıtmak zorunda bırakmıştı. Kıyı bölgelerinde hafif öncü kuvvetleri bırakılmış ve tümenlerin ağır kuvvetleri arka taraflarda toplu bir durumda bulundurulmuştu. Bu kuvvetlerin bir çıkartma halinde çıkartma yerine yetişerek, düşmanı bir karşı saldırıyla denize dökmesi ilkesi kabul edilmişti.
Sözü edilen savunma tertipleri dört hafta gibi kısa bir zamanda alınmıştı. Ne var ki, savunmanın nesnel yönü tamamlanmamıştı. Savaşın başlangıcından bu yana topçu cephanesi sıkıntısı çekilmekteydi. Cephanenin istanbul'dan tedarikine olasılık bulunmadığından Almanya'dan getirilmesine kalkışıldı. Savunma araç ve gereçleri de pek azdı. Şahıslara ait tahta ve tellere el konuldu. Düşmanın çıkabileceği yerlere tel örgüler gerildi. Çok dağınık bulunan kuvvetlerin sırasında bir yerden diğer bir yere kolayca ulaşabilmesi için zamanın el verdiği ölçüde yol yapıldı. Çünkü yarımadada patika ve keçi yollarından başkaca faydalanılacak yol yoktu. Ordunun emrinde gözetleme görevini yerine getirecek tek uçak bulunmamaktaydı.
Savunma tertiplerinin araç ve gereç eksikliğini tamamlamak, Türk askerinin moral gücüne düşüyordu. Ordunun komuta ve subay kadrosu genç, bilgili ve imanlıydı. Daha sonraları Bağımsızlık Savaşı'nda da büyük görevlerde bulunacak olan tümen ve tugay komutanlarından Kemalettin Sami (Paşa) 31, izzettin (Çalışlar Paşa) 33, Refet (Bele, Paşa) 34, Fevzi (Çakmak, Paşa) 39 yaşlarındaydılar. Tarihe Anafartalar Kahramanı olarak adı geçecek olan 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal (Paşa) 34 yaşındaydı492. Bu genç komutanların içinde Harp Okulu mezunu olmayan yoktu. Çoğu kurmay idiler ve en az bir yabancı dil bilmekteydiler. Askerlerin komutanlarına tam bir güveni vardı. Güçlü bir düşmanla savaşacaklarından gururluydular. Savaşın yurt ve ulus için önemini de kavramış bulunuyorlardı. Çanakkale Savaşı ile bir imparatorluğun savaşlar zinciri kopmuş ve yurt savunması devri açılmış oluyordu.
"Savunma tertiplerinde de doldurulamayacak tek boşluk düşman saldırısının yapılacağı günün kestirilememesindeydi. Haber alma servisimiz fena işlemekteydi. Düşmanın hareketlerini ancak vakit geçtikten sonra öğreniyorduk. Nitekim düşman Mısır' dan gelirken biz girmekte olduğu haberini almıştık. Çıkartma için Boğaz önüne geldiğinde ise Mısır'a vardığının haberini almıştık. Dolayısıyla 24 Nisan'da bir saldırı olacağını da hiç beklemiyorduk".
Düşman Saldırı Kolları
Uzlaşma devletleri arasında Çanakkale'ye ikinci bir saldırı üzerinde tam bir anlaşmaya varılmıştı. Fakat bu saldırıda orduyla donanma arasındaki işbirliği konusunda kesin bir anlaşmaya varmak kolay olmadı. Amiral de Robeck başlangıçta filonun tek başına Boğazı geçmeye girişebileceğini Londra'ya bildirdiği halde, sonradan fikrini değiştirmişti. Bataryaların filonun ateşi ile susturulamayacağını öne sürerek, bunların kara kuvvetleri tarafından tahrip edilmedikçe Boğazı geçemeyeceğini belirtmişti. Amiralin bu düşüncesi bir uçak aracılığıyla yapılan keşif sonucuyla desteklenmişti. 18 Mart'tan önce ve sonra Boğazın kapısındaki Hamidiye Tabyası günlerce bombardıman edilmişti. O kadar ki, askeri mantık yönünden taş üstünde taş kalmaması ve hiçbir canlının orada barınamaması gerekirdi. Oysaki keşif sonucunda çok az bir zarar görülmüş olduğu ve toplardan yalnız bir tekinin tahrip edildiği anlaşılmıştı. Kara Kuvvetleri Komutanı Hamilton Gelibolu Yarımadası'nı istila edip, İstanbul üzerine yürümek sorumluluğunu kabul etmekteydi. Ne var ki, bu işte donanmanın yardımcısı olarak ikinci planda kalmış olmak istemiyordu. Çıkartmanın ve savaşın yönetimi kara kuvvetlerine ait olmalı ve donanma kendisine bu girişimde yardımcı olmalıydı. Nitekim öyle de oldu.
Çanakkale üzerine saldırı için hazırlanıp General Hamilton' un komutasına verilmiş olan birlikler şöyle kümelenmişti494:
1. Deniz Tümeni: Mevcudu 10.000 kişi, General Paris komutasında,
2. 29. Yaya Tümeni: Mevcudu 18.000 kişi, General H. Neston komutasında,
3. Anzak Kolordusu: Mevcudu 35.000 kişi, General Birdwood komutasında,
4. Fransız Tümeni: Mevcudu 17.000 kişi, General Amode komutasında.
Bu kuvvetlerin tümü 80.000 kadardı. Toplarının sayısı da 150' ye ulaşmaktaydı. Ayrıca Rusların da Karadeniz Boğazı yönünden 47.000 kişilik bir kuvvet ve 120 top ile saldırıya geçeceği hesaplanmıştı495 (Ne var ki Ruslar böyle bir saldırıya girişmemişlerdir). Taşıt gemilerinin sayısı 108'i buluyordu. Amiral de Robeck komutasındaki donanmaya gelince, İngiliz kuvveti olarak 15 zırhlı, 9 kruvazör, 30 kontr torpito, 33 mayın tarama gemisi ve 8 şallopeden ibaretti. Fransız deniz kuvvetleri de 5 savaş gemisi ile 2 kontr torpito, Rus kuvvetleriyse 1 kruvazörden ibaretti.
Saldırı Kuvvetlerinin Değeri
Kara Kuvvetlerinin değeri ile ilgili olarak bir gözlemci şöyle demektedir: "Ordumuz gelişigüzel toplanmış bir insan kümesi değildir. Kuruluş bakımından gerçekten şahane vasfına layıktır. Ve ancak İngiltere İmparatorluğu'dur ki, dünyanın her bir köşesinden böyle bir kuvvet çıkarabilir. Eski devirlerde hiçbir memleket yoktur ki, savaş alanına Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar ve Tasmanyalılardan oluşmuş düzgün bir askeri kuvvet gönderebilmiş olsun. Sözü geçen erler, mevcut yapısı yönünden bu ana kadar dünyada görmüş olduğum askerlerin en seçkinidir. Dev yapılı... bir pehlivan gibi gürbüz ve cüsselidirler. Bu son Haçlı Savaşı için buraya getirilmiş olan bu asker kümesi gerçekten aynı cinsten değildi. Yukarıda söylediğim çıkışlı askerlerden başka Hintliler, Fransızlar, Kuzey Afrikalılar, Senegalliler ve sömürgelerden gelmiş olanlar da vardı496." Yazar savaş gemileri üzerine de ayrıntılı bilgiler verdikten sonra şöyle demektedir: "Bu çeşitli cinsten çok sayıda gemiden kurulmuş bir filodur. Dünyanın her bir köşesinden Gelibolu Yarımadası ile İstanbul'a Haçlıları taşımak üzere buraya toplanmış olan taşıt gemilerine ne demeli!."
Saldırı kuvvetleri Çanakkale Savaşlarına hazırlanmak üzere Mısır'da ve Kıbrıs'ta özel eğitim görmüşlerdi. Ayrıca moralman desteklenmelerine de önem verilmişti. Kendilerinde Türklerin insanlıktan nasibi bulunmadığı, barbar oldukları duygusu kökleştirilmek istenmişti. Yapacakları savaşın Türklere karşı II. yüzyıl sonunda başlamış olan Haçlı seferleri silsilesinin son halkası olduğu, bu savaşta Viyana'dan Kudüs'e kadar uzanan alanda yüzyıllar boyunca öldürülmüş olan Hıristiyanların intikamının alınacağı düşüncesi de telkin edilmişti.
Amaç ve Plan
Bu suretle yetiştirilmiş olan kara ve deniz kuvvetlerinin başlıca amacı her şeyden önce Gelibolu Yarımadası'na egemen olmaktı. Bu suretle İstanbul yolu açılmış olacak ve açılınca da filo Boğazı geçecek ve İstanbul üzerine seyredecekti. Ordunun bir kısmı Gelibolu Yarımadası'nı elinde tutmakta devam ederek, filonun arkasından çelik kapıların kapanmasına engel olacak ve lağım döşenmesine meydan vermeyecekti. Diğer kısmı İstanbul üzerine yürüyecekti. Ordu ile donanmanın ortak hareket planı bu yön göz önünde tutularak hazırlanmıştı.
Karaya Çıkartma Planı
Çıkartma planı güçlükle hazırlanmıştı. General Hamilton daha Londra'dan Çanakkale'ye hareketi esnasında kötümserliğe kapılmıştı. 18 Mart trajedisini gördükten sonra bu kötümserliği artmıştı. Planına son şeklini vermeden önce düşüncelerini öğrenmek istediği tümen komutanları da çıkartma konusunda cesaret kırıcı fikirler öne sürmüşlerdi. Filonun yüksek subayları arasında da bu olumsuz düşüncede olanlar vardı. Fakat Harbiye ve Bahriye nazırları çıkartma konusunda olumsuz söz dinlemek istemiyorlardı. Planın hazırlanışı sırasında kötümserlik ortadan kalktı veya kalkmış göründü. Sonunda ayrıntıları karmaşık olmakla beraber temeli sade olan şu plan meydana geldi:
Çıkartmada donanma ile ilişki kurmak esası kabul edildiğinden Hamilton, üç çıkartma yeri seçmişti. Bu yerlerden her birine yapılacak çıkartma, donanma kümeleri tarafından korunacaktı. Birinci çıkartma yeri Seddülbahir'di. 29. Tümen buraya çıkarılacaktı, ikinci çıkartma yeri, Kabatepe'nin kuzeyi idi. Buraya Anzak Birlikleri çıkarılacaktı. Bu çıkartmalarda geliştirilecek hareketlerde iki hedef gözetiliyordu. Birincisi Seddülbahir ile Kabatepe arasındaki Türk kuvvetlerinin kuşatılıp savaş dışı bırakılmasıydı. ikincisi de Boğazda Kilitbahire kadar ilerleyip filoya Boğazı açmaktı. Üçüncü çıkartma yeri Anadolu kıyısında Kumkale idi. Fransız birliklerinin çıkartılacağı bu yerdeki savaştan kesin bir sonuç beklenmemekteydi. Bu daha çok Türkleri şaşırtmak için özellikle Anadolu yakasından Rumeli yakasına kuvvet çekmelerini önlemek amacıyla düşünülmüştü.
Planın başarısını gölgelendirecek çeşitli engeller mevcuttu. Çıkartma komutanlığının Gelibolu Yarımadasındaki Türk kuvvetleri ve savunma tertipleri üzerine sağlam bilgisi yoktu. Yarımadanın doğal engebelerini gösteren ayrıntılı haritalar da mevcut değildi. Çıkartma yapılacak arazide yol ve su durumu da bilinmiyordu. General Hamilton ve yardımcıları çıkartmanın baskın biçiminde yapılabileceğinden de ümit kesmişlerdi. Hamilton her ne kadar çıkartmanın geceyarısmdan sonra başlamasını istemişse de Donanma Yüksek Komuta Heyeti, plajların iyi bilinmemesinden ötürü çıkartmanın şafakla başlamasını daha elverişli görmüştü. Ordu ve donanma da bu plana göre hazırlanacak, çıkartma ve saldırının ilk 24 saatinde olumlu veya olumsuz sonuç kendini gösterecekti.
Çıkartma
23 Nisan akşamı Mondros'ta toplanmış olan çıkartma filosu Boğaz doğrultusunda harekete geçti. Bir İngiliz gözlemcisine göre "... Gemiler o kadar çoktu ki kuvvetli bir dürbün ile saymaktan bile insan yorulurdu. Diğer savaş alanlarından alınıp buraya toplanan bütün gemiler, bir tek amaç için toplanmıştı. Bu amaç belki de Hıristiyanlık aleminin Osmanlı Türklerine karşı yapabileceği son Haçlı seferleriydi498." Gemiler, gece yarısı sularında çıkartma bölgelerinin karşısına gelmişlerdi. 25 Nisan sabahı saat 4:20'de çıkartma başladı. 4:25'te ilk tüfek sesi Türklerin doğrultusundan geldi. Çanakkale kara savaşları başlamıştı. Çıkartma yapılacak bölgeler şöyleydi:
1. Boğazın Anadolu kıyısında Kumkale dolaylarında Fransız çıkartması.
2. Gelibolu Yarımadası'nın batı kıyısında Arıburnu bölgesinde Anzak kuvvetleri çıkartması.
3. Yarımada'nın güneyinde Seddülbahir bölgesinde İngiliz çıkartması.
Çıkartmanın başlangıcında General Hamilton'un şu bildirisi askerlere okunmuştu:
"Fransız ve İngiliz Askerleri:
Modern tarihte örneği bulunmayan bir olay başlangıcındayız. Düşmanlarımızın alınmaz diye duyurdukları mevziler karşısında denizci arkadaşlarımızın yardımı ile çıkartma yapmamız gerekiyor. Tanrının ve donanmanın yardımıyla çıkartma başarıyla sonuçlanacak, mevziler saldırı ile alınacak ve savaşın mutlu sonucuna doğru bir adım daha atılmış olunacaktır. Bütün dünya başarılarımızı izleyecektir. Kazanmak üzere memur edildiğimiz büyük savaşlar için ehliyetimizin delilini göstermemiz söz konusudur."
Kumkale Çıkartması
Bu çıkartma Hamilton'un planında önceden de işaret edildiği gibi kesin bir sonuçla yapılmıyordu. Amaç, Türk Savunma Komutanlığı'nı ana çıkartma bölgesi hakkında şaşırtmak ve Türk kuvvetlerini dağınık tutmaktan ibaretti. Bu maksatla ve savaş gemilerinin şiddetli koruma ateşleri gölgesinde Fransız birliği Kumkale'nin kuzeyinde karaya çıkarıldı500. Çıkarılan birlikler 4 tabur yaya, biraz topçu ile yardımcı sınıf askerlerinden kurulmuştu. Fransız birliğine karşı 3. Tümen Komutanlığınca hazırlanıp yönetilen bir gece saldırısıysa onları başarısızlığa sürükledi. 26 Nisan sabahı yapılan gündüz saldırısı da Fransız birliğini çok sarstı. Ancak savaş gemilerinin yardımı ile teslim olmaktan kurtuldu. Aynı günün akşamı, gece karanlığından faydalanan Fransızlar, işgal etmiş oldukları bölgeden çekildiler. Çok kısa sürmesine rağmen Kum-kale Savaşı iki tarafa da pahalıya mal oldu. Türkler 1700'den, Fransızlar ise 200'den fazla kayıp verdiler. Kumkale zaferinden sağlanan kazanç, Anadolu yakasındaki Türk kuvvetlerinin serbest kalması ve bir bölümünün de Gelibolu'ya taşınması olanağının doğmuş olmasıdır.
Kaynakça
Türk Tarih Kurumu